TR EN

MuuM tarafından yenilenen SAP Türkiye Ofisi, doğru bir işveren-mimar iletişimiyle geliştirilerek, değişen çalışma alışkanlıklarına ve teknolojik yeniliklere başarılı bir biçimde ayak uydururken, esnek çalışma mekanları ve markanın çağdaş ve demokratik çalışma kültürünü yansıtan sosyal alanları ile kullanıcı memnuniyetini ve iletişimini de en üst düzeye taşımayı başarıyor.Türkiye’nin birçok kentinde birbirinden farklı ölçeklerde önemli mimari ve iç mimari projelere imza atan Y.Mimar Murat Aksu ve Y.Mimar Umut İyigün liderliğindeki MuuM’un tasarladığı SAP Türkiye Ofisi, uluslararası markanın kurumsal kimliğini ön plana çıkaran, teknolojiye entegre olmuş, kullanıcı iletişimini üst düzeye taşıyan bir tasarım diliyle kurgulanmış.

MuuM’un kuruluşundan, tasarımlarınızdan ve tasarım kriterlerinizden bahseder misiniz?
Murat Aksu: MuuM insan odaklı bir mimarlık ofisi olarak yirmi yıl önce İstanbul’da kuruldu. Mimarlık, iç mimarlık ve kentsel tasarım alanlarında çalışmalar yoğun olarak çalıştığımız alanlar… İşverenlerimiz için en çağdaş teknikleri kullanarak yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler üretmeyi hedefleyerek, tek bir yapıdan büyük ölçekli planlama projelerine kadar çeşitlenen mimari tasarım hizmetleri sunuyoruz. Fonksiyonel, estetik ve sosyal sorumlu çevreler üretmek amacıyla tasarım sürecinde konunun etki alanındaki tüm kesimleri dikkate almaya çalışıyoruz. Genel olarak projelerimizi, sosyal, kültürel ve çevresel unsurlar çerçevesinde sanat, bilim, teknoloji ve ekonomiyle harmanlayarak, araştırmacı ve yaratıcı bir yaklaşımla ele alıyor ve “insan odaklı çevreler yaratmak” sloganı ile tüm projelerimizde kamu adına kazanımlar elde etmek için çabalıyoruz.

Süreçten bahsetmek gerekirse, 1998’den 2003’e kadar küçük ölçekli işlerde hem tasarımcı hem de uygulamacı olarak çalıştık. 2004-2005 döneminde büyük kurumsal firmalar ile tanıştık. Öncelikle kurumsal firmaların küçük ölçekli yatırımlarını tasarlamaya başladık. Şu anki profilimiz o süreçte ortaya çıktı diyebiliriz. O tarihten itibaren sürekli olarak gelişen farklı ölçekli projelerle uğraşıyoruz. İlk çalışmalarımıza iç mekan tasarımı yaparak başladığımız için küçük ölçeklerde de çok detaylı çalışmalar yaptık, bu durum bizi mimari yapı ölçeğine geçtiğimiz zaman oldukça iyi bir şekilde besledi. Büyük ölçekli yapılar tasarlasak da, mekan anlayışımız; insanı odak olan çevreler tasarlamak üzerine oldu. Ağırlıklı olarak ofis, konut, otomotiv ve ticari yapılar yapıyoruz. 2003 senesinde Türkiye Noterler Birliği Merkez Binası Proje Yarışması’nda dört kişilik bir ekiple birinci olduk ve o yapı bizim için dönüm noktası oldu diyebiliriz. 2009 senesinde de halka açıldı. Türkiye Noterler Birliği Merkez Binası projemizden sonra Avlu 138, Rönesans’ın Mecidiyeköy ofis yapıları öne çıkan projelerimiz oldu.

2008 yılı itibariyle de “Building Information Model” olarak tanımlanan BİM konusuna yöneldik. Bu durum, tasarım sürecini daha bilimsel ve daha duyarlı bir platforma taşınmasını sağladı. 2012’de başladığımız birkaç projeyle beraber de tüm ekibimiz ile çevreye duyarlı yapılar üzerinde araştırma ve geliştirme çalışmalarımıza başladık. Biz yapıların daha sürdürülebilir, doğaya daha az etki edecek şekilde tasarlanması konusunda teoriler geliştirmeye ve bunları işlerimizde uygulamaya çalışıyoruz. Son yıllarda tasarladığımız büyük ölçekli projelerin yüzde 80’i ya yeşil bina sertifikası aldı ya da rahatlıkla alabilecek düzeydedir.

Tasarımlarımızı her yapının bir hikayesi olması ve bu hikayenin ana mekanının da kent olması gerektiğini öngörerek geliştiriyoruz. Ölçekten bağımsız olarak ne tasarlarsak tasarlayalım, onu bir kentsel peyzaj unsuru olarak görüp, bunun kente nasıl etki edeceğini çok önemsiyoruz. Tüm tasarımlarımızda gün ışığı, doğal havalandırma ve yerel malzeme kullanımını ana kriterler olarak koruyoruz.

Mimari tasarımın sürdürebilirlik ve ekolojik boyutu hakkında ne düşünüyorsunuz?
Murat Aksu: Aslında tüm tasarımların sürdürebilirlik ve ekolojik boyutunu doğasında barındırması gerekiyor. Geçmişte yapılan yapılara baktığımızda, yapıların gayrimenkul gibi bir yatırım aracı olmadığı dönemlerde, yapılan şeyin insanlara nasıl faydalı olacağı ve uzun süre ayakta kalabileceği önemsenmiş, o yüzden arkeoloji kazılarına gittiğinizde yapıların ne kadar ciddi ele alındığını görüp hayran oluyorsunuz. Genel olarak mimari eğitimde böyle detaylara çok değinilmiyor, o yüzden bunu üniversiteye kadar bekletmeyip, mimari tasarımdan önce sürdürebilirlik ve ekolojik yaşamın insanların güncel yaşantısına entegre olması gerekiyor. Bunu biz kendi ölçeğimizde yapmaya çalışıyoruz; ama bence bunun yerel yönetimler eliyle yaygınlaştırılması gerekiyor.

Sürdürülebilirliğin en çok geliştiği iki alan var; birincisi yüksek yapılar, ikincisi ise alışveriş merkezleri. Bu iki yapı tipi çok fazla enerji tükettiği için işveren enerji tüketimini azaltacak ki oradan bir katma değer kazansın. Sürdürülebilirliğin en çok göz ardı edildiği alan ise konutlar. Konutlar genellikle üretilip kullanıcıya devredildiği için yatırımcılar da uygulayıcılar da buna çok dikkat etmiyor. Yeşil binalarda ‘beşikten beşiğe’ tabiri geçerli… Yani projenin tasarımından itibaren hafriyatı, inşaatı vs. hepsinin çevreci süreçlerde yürütülmesi gerekiyor.

Son 10 yıla baktığımızda Türkiye’de bu konuda duyarlığın çok artığını görüyoruz; ama bunun mimarların ilgi alanında olan bir şey olduğunu düşünmüyoruz çünkü sürdürebilirlik ve ekolojik yaşam herkesi ilgilendiren kavramlardır.

Bize göre sürdürülebilirliği kent ölçeğinde yani makro ölçekte ele almak bütüncül etkinin başarısı açısından önemlidir. En çevreci yapıyı da tasarlasanız, yapının dışına çıktığınızda bir bakıyorsunuz kaldırım düzgün değil. Bizim burada sıkıntımız var. Hepimiz bu noktada kilitleniyoruz. Bütün şehrin düzenlenmesi, en azından yeni planlanan bölgelerde, yol düzenlemesinden yoğunluğun nasıl olacağına kadar her şeyi çok iyi planlamak gerekiyor.

Kent ve peyzaj, bizim tasarımlarımızın ana kurgusunu, çerçevesini oluşturan önemli kriterlerin arasında yer alıyor. Kentten bahsediyoruz, çünkü çevresel faktörler toplumsal kültürün gelişimine yön veren ana unsurların başında geliyor. İyi bir kent planlarsanız, o kentte yaşayanların sosyo-kültürel gelişimine zemin hazırlayacak bir platformu da oluşturmuş oluyorsunuz. Kent, bir sorunlar yumağı olmak yerine çözümler platformu olduğu zaman insanlar daha mutlu, sağlıklı ve verimli oluyorlar. Mimarlık, noktasal çözümler üretir bir duruma indirgenmiş ve alanı daraltılmış bir süreç olarak tanımlanmaya zorlanıyor. Kent ve topluma yönelik etkileri çok iyi düşünülmeden uygulanan kararlar, başta günü kurtaran çözümleri getirse de uzun vadede kaynak kaybı ve yeni sorunların tetikleyicisi olmaktadır.

‘Building Information Model’ yani yapı enformasyon modelinden de bahsedebilir miyiz?
Murat Aksu: 2002 senesinde yeni bir yazılımla tanıştık ve bu yazılımın sunduğu potansiyeller çok ilgimizi çekti. Yapıların sanal olarak inşa edilmesi ve tasarım kararlarının doğru, hızlı ve önceden alınması üzerine geliştirilmiş bir yazılımdı. Yıllar sonra geliştirici firmayı Autodesk satın alıp bu ürünü daha da geliştirdi. Biz de 2008 senesinde bu yazılımı satın aldık, kullanmaya başladık. ‘Building Information Model’; binayı bir bilgi modeli olarak inşa etmek ve tek bir model oluşturarak, yapılarla ilgili bilgi yükünü akıllı bir sistem olarak bir araya toplayıp, üreticiyi, kullanıcıyı, işletmeciyi bu model üstünden sağlıklı, doğru karar almaya yönlendirebilmek.

Birkaç pilot projeden sonra bu yazılımı, büyük projelerimizde de kullanmaya başladık ve birçok avantajını gördük. Biz mimarlar, çalıştığımız mühendislik gruplarıyla belirli bir aşamadan sonra bir araya gelip, birtakım kararları o zaman alıyoruz; fakat sürecin hızlı yürümesi bakımından bazen geri dönemiyoruz ve bazı kararlar için geç kalınmış olabiliyor, bunları yaşamamak için bu yazılımı işverenlerimize ve iş ortaklarımıza da kullanmaları için tavsiye ediyoruz. İnşaat aşaması öncesinde çevresel faktörlerin etkilerini bir öngörü olarak sanal ortamda görerek değerlendirebiliyorsunuz. Teknoloji sürekli gelişiyor ve bilgi katlanarak artıyor. Biz de, bu gelişimleri yakalamak için sürekli takip ediyoruz. Ekibimize yeşil bina tasarımı ile ilgili eğitimler aldırıyoruz; çünkü bu yazılımları doğru kullanabilmeleri için bu konuda bilinçli ve eğitimli olmaları gerekiyor. Bu yazılımlar, mimarlara daha verimli, daha kullanışlı, daha az enerji tüketen binalar yapma olanağı verirken tasarımlarını daha bilimsel olarak geliştirme olanağı sağlamaktadır. Bu avantajı kullanmak ve geleceği bu öngörüler ile planlamak gerekiyor.

Sertifikalı ve ödüllü binanız Rönesans Mecidiyeköy Ofis binası hakkında bilgi alabilir miyiz?
Murat Aksu: Biz, yerel mimari öğeleri sürdürülebilirlik kriterleri doğrultusunda, modern bir dille yeniden yorumladığımız Rönesans Mecidiyeköy Ofisi’ni, “Hem net tanımlanmış kütle geometrisi ve modüler cephesiyle çevresinden farklılaşan, hem de iç avlu kurgusu ve geniş teraslarıyla kullanıcılarına peyzajla iç içe çalışma olanağını getiren bir yapı” olarak tanımlıyoruz.

Rönesans projesi yaklaşık 6 aylık bir süreç içerisinde olgunlaştı ve proje geliştirme sürecinde yatırımcıya birçok alternatifle gittik. Mecidiyeköy’de Büyükdere Caddesi ile Profilo Alışveriş Merkezi’ni bağlayan ana ulaşım aksı üzerinde konumlanan yapıyı, bölgenin aktif yoğunluğu içerisinde nefes alabilen ve yakın çevresindeki yoğun ve düzensiz yapılaşmaya nitelikli alternatif oluşturabilen bir yapı olarak ele aldık. Çevresindeki niteliksiz ve eski yapı stoğu yatırımın fizibilitesi açısından olumsuz bir durum oluşturmuştu. Tasarımı yaparken yaklaşık otuz-otuz beş metrelik bir genişliğin belirli bölgelerinde doğal ışık ve doğal havalandırmada sıkıntısı yaşayacağımızı fark ettik, o yüzden de binanın içinde bir boşluk yaparak bunu aşmak istedik. İlk başta alan kaybı olduğu için olumsuz bakılmasına rağmen daha sonra verimlilik ve kiralama bedeli olarak artı değer getireceği inancı oluşunca onaylandı. Mecidiyeköy’de, baktığınızda dışarıdan anlaşılamayan fakat içerisine girdiğinizde iç avlu / bahçeyle karşılaştığınız bir yapı ortaya çıkmış oldu.

Yapı yaklaşık olarak 4000 metrekarelik arsa üzerinde konumlanıyor. Arsadaki yükseklik farklarını verimli şekilde kullanarak kentsel peyzajla uyumlu, çevresiyle bütünleşebilen ve hem ofis birimleriyle hem de sosyal alanlarıyla modern çalışma yaklaşımlarına uygun niteliklerde bir yapı ortaya konmuş oldu.

Rönesans Mecidiyeköy Ofisi’ni, geleneksel Türk yerel mimarisinin modern bir yorumu olarak ele aldık diyebiliriz. İç avlu ve bahçe hacmi, ana kütleden yapılan çıkmalarla zenginleştirildi ve bu çıkmalar çeşitli mekân kullanım olanakları dahilinde kullanıcılara sosyal alanlar olarak sunuldu. Yapının iç ve dış mekân ilişkisi fiziksel ve görsel süreklilik içinde birbiriyle bütünleştirilerek, kullanıcı algısının olabildiğince geniş ve ferah tutulmasına çabaladık. Bu bağlamda da, ofis birimlerinin ve ortak alanların çoğu iç avluya ya da peyzaja yönlendirildi.

Yapı cephesinde ise esnek bir tasarım olanağı sunan modüler bir ızgara oluşturduk. Cephede, farklı boyutlarda, güzel eskiyen ve dayanıklı yerel malzemeler seçerek, malzemelerin farklı kombinasyonlarıyla oluşan dinamik bir doku yakalamayı hedefledik. Düşey cephe elemanları ise paslanmaz çelik tekstil örgülerden oluşturuldu. Bu elemanlar, doğu, güney ve batı cephelerinde güneş kırıcı olarak işlev görürken, kuzey cephesinde sürekliliği sağlayan görsel unsurlar olarak korundu. Cephe aydınlatmasıyla da binanın düşey cephe elemanlarına vurgu yapılarak cephedeki ritmin gece devamlılığını sağlamaya çalıştık.

Projenin tamamlanma süreci yaklaşık sekiz ay sürdü. Yatırımcının talebi; binanın A sınıfı LEED Gold seviyesinde bir yapı olmasıydı. Bu yüzden ilk yatırım maliyetleri çok ciddi incelendi ve oldukça basit bir sistem kurguladık. İşverenimizin bu konuda net bir talebi olmamasına rağmen, biz ağırlıklı olarak yerli ürünlerle yapmak istedik.

Bu proje bir sertifikasyona tabi olsa da olmasa da bizim iki önemli kriterimiz vardı. Birincisi doğal ışığı herkes almalı, ikincisi de doğal havaya herkes ulaşmalı. Bu kriterleri bütün tasarımlarımızda hayata geçiriyoruz. Zaten bu durumun tüm mimarların geninde olması gerekiyor. Kullanıcıya yaşam kalitesi yüksek ortam sağlamanın tek bir yolu var; o da kullanıcıları günışığıyla ve temiz hava ile buluşturmanız. Bu yapıda her ofis alanında en az iki pencere açılıyor. Kullanılan cihazlar da az enerji tüketen ürünlerden tercih edildi.

Biz elimizdeki yazılımlarla binaların enerji tüketimlerini daha model aşamasındayken yapıyoruz. Zaten BIM bu demek. Bu çalışmaları önceden yapıp, başımıza gelecekleri önceden tahmin edip, ona göre tavır almayı tercih ettik.

Yapı kullanıma açıldıktan iki üç ay sonra LEED Gold Sertifikası aldı. Biz tasarım aşamasında sertifikasyona yönelik bir danışmanlık hizmeti almadık. Yakın zamanda, Mimarlık Portalı Architizer.com Sürdürülebilirlik Ödülüne layık görülen yapıda çok fazla ek bir maliyet getirmeden kriterleri sağlayabilmiş olmak, belki yatırımcılara bir motivasyon sağlayarak sürdürülebilirlik konusunu projelerinde öncelikli olarak değerlendirebilirler.

En güncel projeniz olan SAP Türkiye Ofisi hakkında ne söylemek istersiniz?
Murat Aksu: SAP Türkiye Ofisi, uluslararası markanın kurumsal kimliğini ön plana çıkaran, teknolojiye entegre olmuş, kullanıcı iletişimini üst düzeye taşıyan bir tasarım diliyle kurguladık. Anel İş Merkezi’nde konumlanan mevcut ofis, doğal ışıktan yararlanılan, ferah bir atmosferde ele alınan açık ofis kurgusunun yanı sıra, tasarlanan mobil çalışma alanları ile iş yoğunluğunun stresinden uzaklaşmak üzere planlanmış sosyal mekanlar da barındırıyor. Projenin konsept aşamasında, çalışanlara ofisle ilgili beklentilerini sorduk. Tasarım sürecinin, kullanıcılarla yakın iletişim halinde yürütülmesi projeye %88 gibi çok yüksek bir oranda kullanıcı memnuniyetiyle yansıdı.
Tüm yönetici alanlarının açık ofis şeklinde planlanması talebi tasarımda markanın çağdaş ve demokratik çalışma kültürünü yansıtan önemli bir kriter oldu. İç mekan tasarımında, çalışan motivasyonunun ve konforunun en üst düzeyde tutulması amacıyla, işverenin tüm taleplerini değerlendirdik ve ihtiyaçlarını tespit ederek tek tek ele aldık. Eski yerleşimde de mevcut olan ancak verimsiz kullanılan mekanları, alternatif ve yaşayan alanlar haline dönüştürdük.
Karşılama bölümünü kurgularken kurumun güncel marka kimliğinden yola çıktık. Çalışanların memnuniyetinin öncelikli tutulduğu arka planda ise açık renkler ve şeffaf bir yaklaşımla tasarımı biçimlendirdik. Yoğun bir iş temposuna sahip olan çalışanların gün içerisinde stresten uzaklaşarak, motive olmaları için çok fonksiyonlu ortak alanlar tasarladık, manzaralı cephenin önüne boylu boyunca ahşap banko masa ve sandalyeler yerleştirdik. Orta alanda kahve köşesi ve hareketli banko masalarla bir toplanma alanı yarattık. Doğal ve sıcak malzeme kullanımıyla mekanın değişen karakteristiğini, mevcut yapay bitkileri atıp doğal bitkilere yer vererek yapılan iç peyzajla destekledik. Böylelikle özel günlerde yapılan ofis içi kutlamalar ve kahve molaları için sıcak ve kullanışlı bir ortam oluşturmuş olduk.
Ofis içerisindeki çalışma hayatı devam ederken kimseyi rahatsız etmeden yenilediğimiz mekanda sonuç olarak esnek bir planlamayla değişim ve gelişime açık bir tasarım elde ettik diyebiliriz.

Yeni nesil ofis tasarımları hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Murat Aksu: Y kuşağı, iş ve sosyal yaşamı dengelemek konusunda daha dikkatli bir nesil olarak karşımıza çıkıyor. Biz de tasarımlarımızda bu özelliği dikkate alıyoruz. Bugün, teknolojinin desteği işleri daha hızlı yapmak mümkün hale gelmiştir. Esasen iş hayatında verimlilik öne çıkmış, çalışılan saat yerine yapılan iş ön plana gelmiştir. Aynı zamanda, Y nesli keşfetmeyi ve üretime daha yakın olmayı tercih ediyor. Ofislerdeki, çok amaçlı çalışma ve sosyal alanlar büyüyor, mobilitenin yardımıyla çalışma alanları daha da küçülüyor. Bu doğrultuda baktığımızda, daha az bireysel çalışma, daha fazla grup olarak fikir geliştirme, çalışma, üretme ortamlarına ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Büyük ölçekli kurumsal firmalar, yani çalışan sayısı fazla olan şirketler de bu araştırmaları takip ediyor ve bu yönde taleplerde bulunuyorlar. Biz de tasarım ofisi olarak bu gelişmeleri dikkatle izliyor ve tasarımlarımıza dahil etmeye çalışıyoruz. Özellikle, teknolojik gelişiminin tasarımların gidişatını yönlendireceğini biliyoruz.
Bu doğrultuda geleceğin ofislerinin son derece esnek, gelişime ve değişime açık ve yenilikçi bir yapıda olacağını öngörmekteyiz. Yeni nesil ofis tasarımlarının, her gün geldiğinizde ofisi farklı bir formata getirebileceğiniz, çeşitli çalışma ve işbirliği gruplarına göre yeniden programlayabileceğiniz bir şekle geleceğini düşünüyoruz. İnsanların ofis içerisinde tek bir noktada geçirecekleri vaktin daha da azalacağını, mobilitenin artması ile aynı anda farklı yerlerde çalışacak birey ve ekiplerin iş akışlarına dahil olacağını görüyoruz.
Öte yandan, zamanı daha verimli kullanabilecekleri teknoloji destekli araçlara sahip olacaklarını da söyleyebiliriz. Bunu önce mobilyalardaki değişimle göreceğiz. Çok kısa zaman sürecinde teknoloji mobilyalarla bütünleşecek. Alanların küçülmesi de bunu takip edecek diye düşünüyoruz. Şehir merkezlerinde çalışma ve ticaret alanların kiralama ve satın alma maliyetlerin gittikçe artması, bu tip ofis alanlarını küçültürken, alternatif çalışma biçimlerinin artarak esneklik oluşacağını ve çalışma ortamının daha verimliliği öne çıkaran ama daha keyifli, üretime teşvik eden bir yapısı olacağını düşünüyoruz.
Güncel projelerinizden bahseder misiniz?
Murat Aksu: Şu anda, İstanbul ve Ankara’da büyük ölçekli iki konut projesi, biri İstanbul’da ve diğeri Ankara’daki iki kurumsal şirkete ait Merkez Yerleşkesi olarak kullanılacak ofis yapılarıyla ilgili tasarım ve proje geliştirme çalışmalarımız tamamlanmak üzere. Otomotiv sektöründe lider pozisyondaki bir şirkete ait satış, servis ve lojistik tesisleriyle ilgili projelerimiz halen devam ediyor.