TR EN

MuuM… İnsanı Odak Alan Çevreler Tasarlamak…

Rönesans Mecidiyeköy Ofisi’ni ve SAP Türkiye Ofisi’ni tasarlayan ödüllü mimarlar Murat Aksu ve Umut İyigün, MuuM’un insan odaklı bir mimarlık ofisi olduğunun altını çizerek tasarladıkları yapılarda mekân ve mekânın çalışan motivasyonuna etkilerini göz önünde bulundurduklarını söylüyor. Projelerinde yerel ürünleri ve doğal malzemeleri kullanmaya gayret ettiklerine dikkat çeken MuuM şu ifadeleri kullanıyor: “İnsanın dokunabildiği, erişebildiği malzemelerin doğal olması, onun dışında tasarımlarımızın yapıldığı yerel kültüre uyumlu, somutlaştığı döneme uygun olması yani zamanın getirdiği çağdaş talepleri cevaplıyor olması bizim ana tasarım kriterlerimizin başında yer alıyor.

Öncelikle, Y. Mimar Murat Aksu ve Y. Mimar Umut İyigün’ü yakından tanımak isteriz. Yapı Magazin Dergisi okurları için kendinizden bahseder misiniz?

Murat Aksu: Seksenli yıllarda Ankara’da büyüdük ikimiz de... Umut ile aynı lisede okuyorduk, ama çok samimi bir arkadaşlığımız yoktu. 1990 yılında ikimiz de İTÜ Mimarlık Bölümü’nü kazanınca asıl arkadaşlığımız orada başladı.Ben, mezun olduktan sonra iki yıl kadar yurtdışında çalıştım. Umut ise burada farklı ofislerde ve bağımsız projelerde çeşitli işler yaptı. 1998 senesinde de MuuM’u kurduk. O dönemdeki çalışma ortamlarını kendimize çok uygun bulmadığımız ve sanırım biraz da heyecan aradığımızdan kendi ofisimizi kurmayı tercih ettik. Tasarımın ve uygulamanın her safhasında bizzat kendimiz bulunalım istedik. Başlangıçta, sürecin bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştik. 1998-2003 yılları arasında çok yoğun bir tempoyla çalıştık. 2003 senesinde yaptığımız işler neticesinde kurumsal firmalarla tanıştık ve daha büyük ölçekli işler yapmaya başladık. Ekibimiz de aynı şekilde büyüdü. Başlarda sadece iç mimarlıkla ilgili işler yaparken sonrasında mimari ve kentsel ölçekte projeler almaya başladık. 2013 itibariyle belirli bir ölçeğe ulaşmış, yurtdışına açılan bir ofis haline gelmiştik. Geçen yaklaşık yirmi yıllık sürede işin tasarım ve uygulama yanıyla uğraşırken aynı zamanda, ekip olmanın işimizde ne anlama geldiğini ve değerini anladık. Bugüne kadar ürettiğimiz tasarımlarda egolardan arınmış iyi bir ekip olmanın gücüyle başarılı olduğumuzu düşünüyoruz.Mimarlık farklı kişiliklerin doğru şekilde birbirini karşılamasıyla uygulanabilir bir meslek, ne kadar iyi bir ekipseniz ürettikleriniz de o kadar iyi sonuç veriyor.

İnsan odaklı tasarım anlayışı ile Türkiye’nin pek çok yerinde mimari ve iç mimari projelere imza atan MuuM hakkında bilgi verir misiniz?

Umut İyigün: MuuM insan odaklı bir mimarlık ofisi olarak yirmi yıl önce İstanbul’da kuruldu. Mimarlık, iç mimarlık ve kentsel tasarım alanlarında çalışmalar yoğun olarak çalıştığımız alanlar... İşverenlerimiz için en çağdaş teknikleri kullanarak yenilikçi ve sürdürülebilir çözümler üretmeyi hedefleyerek, tek bir yapıdan büyük ölçekli planlama projelerine kadar çeşitlenen mimari tasarım hizmetleri sunuyoruz. Fonksiyonel, estetik ve sosyal sorumlu çevreler üretmek amacıyla tasarım sürecinde konunun etki alanındaki tüm kesimleri dikkate almaya çalışıyoruz. Genel olarak projelerimizi, sosyal, kültürel ve çevresel unsurlar çerçevesinde sanat, bilim, teknoloji ve ekonomiyle harmanlayarak, araştırmacı ve yaratıcı bir yaklaşımla ele alıyor ve “insan odaklı çevreler yaratmak” sloganı ile tüm projelerimizde kamu adına kazanımlar elde etmek için çabalıyoruz. Süreçten bahsetmek gerekirse, 1998’den 2003’e kadar küçük ölçekli işlerde hem tasarımcı hem de uygulamacı olarak çalıştık. 2004-2005 döneminde büyük kurumsal firmalar ile tanıştık. Öncelikle kurumsal firmaların küçük ölçekli yatırımlarını tasarlamaya başladık. Şu anki profilimiz o süreçte ortaya çıktı diyebiliriz. O tarihten itibaren sürekli olarak gelişen farklı ölçekli projelerle uğraşıyoruz. İlk çalışmalarımıza iç mekan tasarımı yaparak başladığımız için küçük ölçeklerde de çok detaylı çalışmalar yaptık, bu durum bizi mimari yapı ölçeğine geçtiğimiz zaman oldukça iyi bir şekilde besledi. Büyük ölçekli yapılar tasarlasak da, mekan anlayışımız; insanı odak olan çevreler tasarlamak üzerine oldu. Ağırlıklı olarak ofis, konut, otomotiv ve ticari yapılar yapıyoruz. 2003 senesinde Türkiye Noterler Birliği Merkez Binası Proje Yarışması’nda dört kişilik bir ekiple birinci olduk ve o yapı bizim için dönüm noktası oldu diyebiliriz. 2009 senesinde de halka açıldı. Türkiye Noterler Birliği Merkez Binası projemizden sonra Avlu 138, Rönesans’ın Mecidiyeköy ofis yapıları öne çıkan projelerimiz oldu. 2008 yılı itibariyle de “Building Information Model” olarak tanımlanan BİM konusuna yöneldik. Bu durum, tasarım sürecini daha bilimsel ve daha duyarlı bir platforma taşınmasını sağladı. 2012’de başladığımız birkaç projeyle beraber de tüm ekibimiz ile çevreye duyarlı yapılar üzerinde araştırma ve geliştirme çalışmalarımıza başladık. Biz yapıların daha sürdürülebilir, doğaya daha az etki edecek şekilde tasarlanması konusunda teoriler geliştirmeye ve bunları işlerimizde uygulamaya çalışıyoruz.

Son yıllarda tasarladığımız büyük ölçekli projelerin yüzde 80’i ya yeşil bina sertifikası aldı ya da rahatlıkla alabilecek düzeydedir. MuuM’un mimariye bakış açısını paylaşır mısınız?

Umut İyigün: Tasarımlarımızı her yapının bir hikâyesi olması ve bu hikâyenin ana mekânının da kent olması gerektiğini öngörerek geliştiriyoruz. Ölçekten bağımsız olarak ne tasarlarsak tasarlayalım, onu bir kentsel peyzaj unsuru olarak görüp, bunun kente nasıl etki edeceğini çok önemsiyoruz. Kentten bahsediyoruz, çünkü çevresel faktörler toplumsal kültürün gelişimine yön veren ana unsurların başında geliyor. İyi bir kent planlarsanız, o kentte yaşayanların sosyo-kültürel gelişimine zemin hazırlayacak bir platformu da oluşturmuş oluyorsunuz. Kent, bir sorunlar yumağı olmak yerine çözümler platformu olduğu zaman insanlar daha mutlu, sağlıklı ve verimli oluyorlar. Mimarlık, noktasal çözümler üretir bir duruma indirgenmiş ve alanı daraltılmış bir süreç olarak tanımlanmaya zorlanmakta. Kent ve topluma yönelik etkileri çok iyi düşünülmeden uygulanan kararlar, başta günü kurtaran çözümleri getirse de uzun vadede kaynak kaybı ve yeni sorunların tetikleyicisi oluyor. Mekan ve mekanın çalışan motivasyonuna etkileri konusundaki düşüncelerinizi alalım… Murat Aksu: Yaşadığımız, çalıştığımız ortamlar hislerimizin şekillenmesinde büyük rol oynar. Bulunduğumuz ortamdaki doğal veya yapay ışık kalitesi, hava kalitesi, kullanılan malzemeler, renkler kullanıcıların o ortamı benimsemesini ve orada bulundukları süreyi etkiler. Biz her zaman kullanıcı geri dönüşlerini dikkatle dinler ve bunlardan faydalanmak isteriz. Bazen, bizim de tasarım aşamasında öngöremediğimiz çok isabetli ve yapıcı olan eleştiri veya öneriler alıyoruz. Bunları mümkünse o anda, değilse bir sonraki tasarımlarımızda değerlendiriyoruz. Genel olarak insanların önerdiğimiz tasarımlardan memnun olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle yeni nesil iç mekan ofis tasarımlarımızda Y kuşağını dikkatle gözlemliyoruz. Y kuşağı, iş ve sosyal yaşamı dengelemek konusunda daha dikkatli bir nesil olarak karşımıza çıkıyor. Biz de tasarımlarımızda bu özelliği dikkate alıyoruz. Bugün, teknolojinin desteğiyle işleri daha hızlı yapmak mümkün hale geldi. İş hayatında verimlilik öne çıkarak, çalışılan saat yerine yapılan iş ön plana geldi. Aynı zamanda, Y nesli keşfetmeyi ve üretime daha yakın olmayı tercih ediyor. Ofislerdeki, çok amaçlı çalışma ve sosyal alanlar büyüyor, mobilitenin yardımıyla çalışma alanları daha da küçülüyor. Bu doğrultuda baktığımızda, daha az bireysel çalışma, daha fazla grup olarak fikir geliştirme, çalışma, üretme ortamlarına ihtiyaç olduğunu görüyoruz. Büyük ölçekli kurumsal firmalar, yani çalışan sayısı fazla olan şirketler de bu araştırmaları takip ediyor ve bu yönde taleplerde bulunuyorlar. Biz de tasarım ofisi olarak bu gelişmeleri dikkatle izliyor ve tasarımlarımıza dâhil etmeye çalışıyoruz. Özellikle, teknolojik gelişimin tasarımların gidişatını yönlendireceğini biliyoruz. Kullanıcı profili ve beklentilerindeki bu değişimler tasarıma direkt yansıyor. Bu doğrultuda geleceğin ofislerinin son derece esnek, gelişime ve değişime açık ve yenilikçi bir yapıda olacağını öngörmekteyiz.

Konu doğrultusunda SAP Türkiye Ofisi Projesi’ne yoğunlaşalım… Proje hakkında bize aktaracaklarınız nelerdir?

Murat Aksu: SAP Türkiye Ofisi, uluslararası markanın kurumsal kimliğini ön plana çıkaran, teknolojiye entegre olmuş, kullanıcı iletişimini üst düzeye taşıyan bir tasarım diliyle kurguladık. Anel İş Merkezi’nde konumlanan mevcut ofis, doğal ışıktan yararlanılan, ferah bir atmosferde ele alınan açık ofis kurgusunun yanı sıra, tasarlanan mobil çalışma alanları ile iş yoğunluğunun stresinden uzaklaşmak üzere planlanmış sosyal mekânlar da barındırıyor. Projenin konsept aşamasında, çalışanlara ofisle ilgili beklentilerini sorduk. Tasarım sürecinin, kullanıcılarla yakın iletişim halinde yürütülmesi projeye yüzde 88 gibi çok yüksek bir oranda kullanıcı memnuniyetiyle yansıdı. Tüm yönetici alanlarının açık ofis şeklinde planlanması talebi tasarımda markanın çağdaş ve demokratik çalışma kültürünü yansıtan önemli bir kriter oldu. İç mekân tasarımında, çalışan motivasyonunun ve konforunun en üst düzeyde tutulması amacıyla, işverenin tüm taleplerini değerlendirdik ve ihtiyaçlarını tespit ederek tek tek ele aldık. Eski yerleşimde de mevcut olan ancak verimsiz kullanılan mekânları, alternatif ve yaşayan alanlar haline dönüştürdük. Karşılama bölümünü kurgularken kurumun güncel marka kimliğinden yola çıktık. Çalışanların memnuniyetinin öncelikli tutulduğu arka planda ise açık renkler ve şeffaf bir yaklaşımla tasarımı biçimlendirdik. Yoğun bir iş temposuna sahip olan çalışanların gün içerisinde stresten uzaklaşarak, motive olmaları için çok fonksiyonlu ortak alanlar tasarladık, manzaralı cephenin önüne boylu boyunca ahşap banko masa ve sandalyeler yerleştirdik. Orta alanda kahve köşesi ve hareketli banko masalarla bir toplanma alanı yarattık. Doğal ve sıcak malzeme kullanımıyla mekanın değişen karakteristiğini, mevcut yapay bitkileri atıp doğal bitkilere yer vererek yapılan iç peyzajla destekledik. Böylelikle özel günlerde yapılan ofis içi kutlamalar ve kahve molaları için sıcak ve kullanışlı bir ortam oluşturmuş olduk. Ofis içerisindeki çalışma hayatı devam ederken kimseyi rahatsız etmeden yenilediğimiz mekânda sonuç olarak esnek bir planlamayla değişim ve gelişime açık bir tasarım elde ettik diyebiliriz.

MuuM, bu yıl Architizer A+ Ödülleri’nde RÖNESANS|BİZ ofis yapısıyla Mansiyon ödülüne layık görüldüğünü biliyoruz. RÖNESANS|BİZ Projesi’nden bahsederek, konu hakkında duygu ve düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Murat Aksu: Biz, yerel mimari öğeleri sürdürülebilirlik kriterleri doğrultusunda, modern bir dille yeniden yorumladığımız Rönesans Mecidiyeköy Ofisi’ni, “Hem net tanımlanmış kütle geometrisi ve modüler cephesiyle çevresinden farklılaşan, hem de iç avlu kurgusu ve geniş teraslarıyla kullanıcılarına peyzajla iç içe çalışma olanağını getiren bir yapı” olarak tanımlıyoruz. Rönesans projesi yaklaşık 6 aylık bir süreç içerisinde olgunlaştı ve proje geliştirme sürecinde yatırımcıya birçok alternatifle gittik. Mecidiyeköy’de Büyükdere Caddesi ile Profilo Alışveriş Merkezi’ni bağlayan ana ulaşım aksı üzerinde konumlanan yapıyı, bölgenin aktif yoğunluğu içerisinde nefes alabilen ve yakın çevresindeki yoğun ve düzensiz yapılaşmaya nitelikli alternatif oluşturabilen bir yapı olarak ele aldık. Çevresindeki niteliksiz ve eski yapı stoğu yatırımın fizibilitesi açısından olumsuz bir durum oluşturmuştu. Tasarımı yaparken yaklaşık otuz-otuz beş metrelik bir genişliğin belirli bölgelerinde doğal ışık ve doğal havalandırmada sıkıntısı yaşayacağımızı fark ettik, o yüzden de binanın içinde bir boşluk yaparak bunu aşmak istedik. İlk başta alan kaybı olduğu için olumsuz bakılmasına rağmen daha sonra verimlilik ve kiralama bedeli olarak artı değer getireceği inancı oluşunca onaylandı. Mecidiyeköy’de, baktığınızda dışarıdan anlaşılamayan fakat içerisine girdiğinizde iç avlu / bahçeyle karşılaştığınız bir yapı ortaya çıkmış oldu. Yapı yaklaşık olarak 4000 metrekarelik arsa üzerinde konumlanıyor. Arsadaki yükseklik farklarını verimli şekilde kullanarak kentsel peyzajla uyumlu, çevresiyle bütünleşebilen ve hem ofis birimleriyle hem de sosyal alanlarıyla modern çalışma yaklaşımlarına uygun niteliklerde bir yapı ortaya konmuş oldu. Rönesans Mecidiyeköy Ofisi’ni, geleneksel Türk yerel mimarisinin modern bir yorumu olarak ele aldık diyebiliriz. İç avlu ve bahçe hacmi, ana kütleden yapılan çıkmalarla zenginleştirildi ve bu çıkmalar çeşitli mekân kullanım olanakları dâhilinde kullanıcılara sosyal alanlar olarak sunuldu. Yapının iç ve dış mekân ilişkisi fiziksel ve görsel süreklilik içinde birbiriyle bütünleştirilerek, kullanıcı algısının olabildiğince geniş ve ferah tutulmasına çabaladık. Bu bağlamda da, ofis birimlerinin ve ortak alanların çoğu iç avluya ya da peyzaja yönlendirildi. Yapı cephesinde ise esnek bir tasarım olanağı sunan modüler bir ızgara oluşturduk. Cephede, farklı boyutlarda, güzel eskiyen ve dayanıklı yerel malzemeler seçerek, malzemelerin farklı kombinasyonlarıyla oluşan dinamik bir doku yakalamayı hedefledik. Düşey cephe elemanları ise paslanmaz çelik tekstil örgülerden oluşturuldu. Bu elemanlar, doğu, güney ve batı cephelerinde güneş kırıcı olarak işlev görürken, kuzey cephesinde sürekliliği sağlayan görsel unsurlar olarak korundu. Cephe aydınlatmasıyla da binanın düşey cephe elemanlarına vurgu yapılarak cephedeki ritmin gece devamlılığını sağlamaya çalıştık. Projenin tamamlanma süreci yaklaşık sekiz ay sürdü. Yatırımcının talebi; binanın A sınıfı LEED Gold seviyesinde bir yapı olmasıydı. Bu yüzden ilk yatırım maliyetleri çok ciddi incelendi ve oldukça basit bir sistem kurguladık. İşverenimizin bu konuda net bir talebi olmamasına rağmen, biz ağırlıklı olarak yerli ürünlerle yapmak istedik. Bu proje bir sertifikasyona tabi olsa da olmasa da bizim iki önemli kriterimiz vardı. Birincisi doğal ışığı herkes almalı, ikincisi de doğal havaya herkes ulaşmalı. Bu kriterleri bütün tasarımlarımızda hayata geçiriyoruz. Zaten bu durumun tüm mimarların geninde olması gerekiyor. Kullanıcıya yaşam kalitesi yüksek ortam sağlamanın tek bir yolu var; o da kullanıcıları günışığıyla ve temiz hava ile buluşturmanız. Bu yapıda her ofis alanında en az iki pencere açılıyor. Kullanılan cihazlar da az enerji tüketen ürünlerden tercih edildi. Biz elimizdeki yazılımlarla binaların enerji tüketimlerini daha model aşamasındayken yapıyoruz. Zaten BIM bu demek. Bu çalışmaları önceden yapıp, başımıza gelecekleri önceden tahmin edip, ona göre tavır almayı tercih ettik. Yapı kullanıma açıldıktan iki üç ay sonra LEED Gold Sertifikası aldı. Biz tasarım aşamasında sertifikasyona yönelik bir danışmanlık hizmeti almadık. Yakın zamanda, Mimarlık Portalı Architizer.com Sürdürülebilirlik Ödülüne layık görülen yapıda çok fazla ek bir maliyet getirmeden kriterleri sağlayabilmiş olmak, belki yatırımcılara bir motivasyon sağlayarak sürdürülebilirlik konusunu projelerinde öncelikli olarak değerlendirebilirler. MuuM projelerini farklı kılan tasarım prensibi ve etkenler nelerdir? Murat Aksu: Meslek hayatımızın ilk işlerinde iç mekân tasarımı yaparak başladığımız için küçük ölçeklerde de çok detaylı çalışmalar yaptık, bu durumun mimari yapı ölçeğine geçtiğimiz zaman bizi oldukça iyi bir şekilde beslediğini söyleyebiliriz. Büyük ölçekli yapılar tasarlasak da, mekân anlayışımız; insanı odak alan çevreler tasarlamak üzerine oldu. Onun dışında, gün ışığı, doğal havalandırma ve yerel malzeme kullanımını tüm tasarımlarımızda önemsiyoruz. Türkiye’nin gelişmekte olan iyi bir yapı malzemesi sektörü var. Mimarlık sektörünün en büyük destekçisi malzeme, bu yüzden yerel malzemeyi çok önemsiyoruz. Projelerimizde yerel ürünleri ve doğal malzemeleri kullanmaya gayret ediyoruz. İnsanın dokunabildiği, erişebildiği malzemelerin doğal olması, onun dışında tasarımlarımızın yapıldığı yerel kültüre uyumlu, somutlaştığı döneme uygun olması yani zamanın getirdiği çağdaş talepleri cevaplıyor olması bizim ana tasarım kriterlerimizin başında yer alıyor.